"İnsaf et Anna, gidelim burdan!"
- Feyza Nur SAĞLAM
- 23 May 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Tem 2024

Zaman çizgisinde akıp gitmek kolaydı. Durduramazdın zamanı, sadece akıp giderdin. Önemli olan; akışın içerisindeki konumunu bilmek, akışın hızının farkında olmak, akışta gerçekleşenlere şahit olmak ve yolun sonu gibi görünen fakat her zaman bir başlangıca gebe olan gerçeklikleri de görebilmekti...
Zaman akıyordu, zaman geçiyordu. Altı ay bir günü aşmıştık çoktan. Ve "Sevdiğin kişiyle birlikteysen eğer, zaman çabuk geçer." dedikleri ise elbette doğruydu. Bu sözü bana ispat edecek kişi ile karşılaşalı, altı ay bir gün olmuştu işte. Ve bu yüzden, geçen zamanın farkında dahi değil gibiydim. Ama şu sıralar farkındalığımın toplandığı bir nokta ise elbet vardı. Bahsettiğim akışın sonunda, sonun başlangıcındaydı düşüncelerimin uğrak noktası. Başlangıçlar, başlangıçlar ve başlangıçlar... Bu başlangıçların ise öznesi olan gitme eylemi... Gitmek deyince de , "İnsaf et Anna, gidelim burdan." diyen Tarık Tufan... Ve İnsaf et Anna, gidelim burdan demeyi hiç durdurmayan iç sesim...
Önce kendime Anna demiş, kendime "Hadi buradan gidelim." demiş ama yine de burada kalmayı seçmiştim. Biliyordum, bu lanetli şehirde kalmayı seçen o güç abidesi de bendim! Ardından ise, zaman akışımın bir noktasında Anna diyeceğim birini bulmuştum. Ve sonunda ise; kendime mi insaf etmiş yahut Anna mı bana insaf etmiş veya Anna'ya mı gitmek istemiştim de bu şehirden gitme kararı almıştım, tartışılırdı. Tek bildiğim, tüm bu akışın sonunun; burdan gitmeye gebe oluşuydu.
Başlangıcım, gidişti. "Lanetli şehir" diye diye satırlarca cümle ithaf ettiğim bu şehirden sonunda gidecek olmak ise bana ne hissettiriyor, bilmiyordum. Huzuru bulamadığım bu şehirden gidecekken, başka bir şehirde ise o aradığım huzuru bulamama ihtimali beni korkutmuyor değildi. Ama Anna, işte o huzurdu ve yine o, korkularımın yegane susturucusuydu. Bu içi boş bir övgü asla değildi. O Anna, düşüncelerimin sakinleştiricisi olduğunu bana defalarca kez ispat etmişti çünkü. Ve belki de işte o Anna insaf etmiş, beni bulmuş ve bu şehirden götürmek için elimden tutacağı günü bekliyordu. Kim bilirdi? Ah Anna! Daha beni gördüğün ilk günden nasıl da anlamıştın bu şehrin üzerimdeki lanetini. Koca şehir beni anlamamıştı da, bir sen anlamış gibiydin. O an nasıl da dolmuştu gözlerim! Anlaşılmak Anna, hep diyordum ya sana; işte o anlaşılmak, yeme içmekten daha zaruri bir ihtiyaçtı! Beni anlayışın Anna, cümlelerimi kifayetsiz kılıyor...
Sahi Anna, o şehirde de anlar mısın beni? Sana, "Gidelim burdan." dedim ama nereye gittiğimizi ise hem biliyor hem de bilmiyor gibiyim. Bu şehrin güvenilmez insanları arasında, koca evrende bir mucize gerçekleşmiş, bir şekilde seni bulmuş, sana güvenmiş ve elini sımsıkı tutmuştum sadece. Elimi hiç bırakmayacak şekilde sımsıkı tutar mısın dediğinde başka ne diyebilirdim ki sana? O eli tutmuş ve gidelim burdan demiştim ya sana, gittiğimiz yer evimizden başkası olamazdı değil mi Anna? Ve konu ev ise, huzurdan başka bir şeyi bulamazdık orda, değil mi? Hadi bana cevaplarımı ver Anna!
Ah Anna! Ben de biliyorum hayata bakılması gereken gözlüklerin pembe olamayacağını. Ama o gözlüklerin bir seçim olduğunu da biliyorum. Neye bakmak, nasıl bakmak istersen onu göreceğini ve neyi seçersen onu yaşayacağını da biliyorum. Anna, biz huzuru seçenlerden olalım mı? Mesela, bu lanetli şehirden kaçıran çok insana rağmen; biz kendi şehrimizi kuralım mı Anna? Kendi gezegenimizi inşa etmişken, bir şehri kurmak çok da zor olmasa gerek değil mi? Evet Anna, zor olan bir gezegeni kurmak değil de bir şehri kurmaktır! Bunu ancak kaostan beslenen insanların yaşadığı bir şehirde yaşadıysan anlayabilirsin ve dilerim ki Anna, bunu hiç yaşayamamışsındır. Ve hiç yaşamazsın...
Sana son söz yerine bir itirafta bulunayım mı Anna? Bazen senin cümlelerini kendime söylüyorum. Zaman zaman iç sesim ile kendime işkence ettiğimden, senin sesini bir diğer iç sesim olarak kendime öğütlüyorum. Sen hep huzurdan bahsediyorsun, o akışın sonundaki ışıklı evimizi anlatıyorsun ya bana; işte ben de o cümlelerin ile kendimi sakinleştiriyorum. Tıpkı senin beni sakinleştirdiğin gibi. Sen Anna, bu lanetli şehirdeki zaman akışını nasıl değiştirdiğini bir bilsen... Bu şehirde zaman geçiyor artık Anna, saatlerle bir yarışa girmiş gibi hızla geçiyor hem de! Baksana, altı ay bir gün geçmiş çoktan!
Ama yine de insaf et Anna,
Gidelim burdan!
Nasıl gideceğimi bilmiyorum ama gidelim.
Biraz korkmuyor değilim ama gidelim.
Biraz üzülmüyor değilim ama gidelim.
Gidelim burdan!
Son sözler ise Melike Şahin ve Mert Demir'den gelsin.
Bakınız, "Pusulam Rüzgar" şarkısı;
"Karışıyor sağım solum
Ömrüm daha kaç kavga alır
Bulutuna mecali yok
Kanatları kurşundan ağır
Dikeni tel örgüye mecbur
Hayaller cepte durur
Doğuyor içime bir cesaret
Hesabı bende kalır
Gel gidelim, yolları bana sorma, ne bileyim
Gidelim buradan, pusulam rüzgâr
Kendimi yediğim yılları bana sor, var mı hevesin?
Gidelim buradan, pusulam rüzgâr"
Yorumlar